Sosyal Medya

Güncel

Almanya’nın Suudi Arabistan politikasını anlamak

Almanya gibi ekonomik çıkarlarını dış politika hedeflerinin en üst sırasına koyan bir “ticaret devletinin”, Suudi Arabistan gibi dünyanın en zengin petrol rezervlerine sahip olan devletle çatışmayı göze alması, genel olarak şaşkınlıkla karşılandı.



KEMAL Ä°NAT - AA

Almanya DışiÅŸleri Bakanı Sigmar Gabriel’in geçen hafta Lübnan DışiÅŸleri Bakanı Cibran Basil ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamalar, Suudi Arabistan ile Almanya arasında ciddi bir krize neden oldu. Gabriel isim vermeden Suudi Arabistan’ı “maceracı” bir politika izleyerek OrtadoÄŸu’da sorunlara yol açmakla, Yemen’deki insani kriz ve Katar krizinin ardından ÅŸimdi de Lübnan’ı krize sürükleyen adımlar atmakla suçlamış, Lübnan BaÅŸbakanı Saad Hariri’nin kendi isteÄŸi dışında Suudi Arabistan’da tutulamayacağını ima etmiÅŸ ve Avrupa BirliÄŸi’nin bu maceracı politikaya karşı sessiz kalmayacağını göstermesi gerektiÄŸini ifade etmiÅŸti.

Almanya gibi ekonomik çıkarlarını dış politika hedeflerinin en üst sırasına koyan bir “ticaret devletinin”, Suudi Arabistan gibi dünyanın en zengin petrol rezervlerine sahip olan ve finansal imkanları çok geniÅŸ bir devletle bu ÅŸekilde doÄŸrudan bir çatışmayı göze alması, genel olarak ÅŸaÅŸkınlıkla karşılandı. Zira bu tavır, Almanya’nın çok önemsediÄŸi ekonomik iliÅŸkilerine zarar verecek bir adım olarak deÄŸerlendirildi.

Alman dışiÅŸleri bakanının yukarıdaki açıklamalarına Riyad yönetimi beklenildiÄŸi gibi tepki vermekte gecikmedi ve Almanya’daki büyükelçisini istiÅŸareler için geri çağırdığını duyurdu. Ardından Yemen’e yönelik insani yardımlarla ilgili Alman dışiÅŸleri bakanlığında temaslarda bulunmak üzere bu ülkeye gidecek bir temsilcisinin ziyaretini iptal etti. Suudi Arabistan dışiÅŸleri bakanlığından yapılan açıklamada, Sigmar Gabriel’in “Yanlış bilgilere dayanan tehlikeli açıklamalarının OrtadoÄŸu’nun istikrarına hizmet etmeyeceÄŸi” ifade edilirken, bu açıklamaların “dost Alman federal hükümetinin” pozisyonunu yansıtmadığının umulduÄŸu dile getirildi.

Lübnan BaÅŸbakanı Saad Hariri de Twitter üzerinden duyurduÄŸu bir mesajda, kendisinin Suudi Arabistan’da zorla tutulduÄŸu ve ülkeyi terk etmesine izin verilmediÄŸi iddiasının yalan olduÄŸunu ifade edip, ardından yazdığı “Havaalanı yolundayım Bay Sigmar Gabriel” cümlesiyle yalancı olmakla suçladığı adresin Alman dışiÅŸleri bakanı olduÄŸunu gösterdi.

Almanya ekonomik ilişkilerini riske mi atıyor?

Almanya ile Suudi Arabistan arasında yaÅŸanan bu krize dair geliÅŸmeleri dile getirdikten sonra, Alman DışiÅŸleri Bakanının söz konusu krize yol açan açıklamalarının gerçekten ÅŸaşırtıcı olup olmadığına ve neden Berlin’in Riyad yönetimiyle ekonomik iliÅŸkilerini riske atan bu adımı attığına deÄŸinelim.

Öncelikle yakın zamanda Berlin ile Riyad arasında benzer bir krizin yaÅŸandığını hatırlarsak, Gabriel’in açıklamalarıyla baÅŸlayan krizin çok da sürpriz olmadığını görürüz. O krizin baÅŸ aktörü ise Alman Federal Ä°stihbarat TeÅŸkilatı (Bundesnachrichtendienst-BND) idi. Bundan yaklaşık iki yıl önce, Aralık 2015’te BND, kamuoyuyla paylaÅŸtığı bir raporunda, Suudi Arabistan’ın Arap dünyasındaki istikrar bozucu rolüne karşı uyarılarda bulunmuÅŸtu. Ãœlkede o zamana kadar dikkatli bir diplomatik yaklaşıma sahip olan yaÅŸlı politik elitin yerine daha maceracı ve müdahaleci bir dış politika çizgisine sahip olan genç kuÅŸağın giderek daha fazla iktidarı ele geçirdiÄŸi ifade edilen raporda, özellikle kralın oÄŸlu ve dönemin Savunma Bakanı Muhammed bin Selman’a dikkat çekilmekteydi.

Muhammed bin Selman’ın Yemen macerasıyla gösterdiÄŸi gibi, Ä°ran’a karşı bölgesel üstünlük mücadelesinde askeri, siyasi ve finansal her türlü riskleri almaya hazır olmasının OrtadoÄŸu’yu daha büyük bir kaosa sürükleyeceÄŸi uyarısının yapıldığı raporda, Muhammed bin Selman’ın bu saldırgan tavrıyla hem kraliyet ailesinin diÄŸer üyelerinin öfkesini üzerine çekeceÄŸi hem de bölgedeki dost ve müttefik ülkelerle iliÅŸkilerini zora sokacağı ileri sürülüyordu. Raporda ayrıca, bu yeni kuÅŸakla birlikte Suudi Arabistan’ın ABD’ye olan güveninin azaldığı da ileri sürülmekte ve bu durumun Riyad’ın dış politikasındaki temel belirleyicilerden biri olacağı iddia edilmekteydi.

Alman dışiÅŸleri bakanlığı o dönemde BND’nin bu raporuna kesin bir dille karşı çıkmış, BND’nin görevinin Alman hükümetini bilgilendirmek ve “akıllı” analizler yapmak olduÄŸunu hatırlatarak BND’nin Alman dış politikası adına konuÅŸma yetkisinin olmadığını ifade etmiÅŸti. O zamanki DışiÅŸleri bakanlığının bir numarası, ÅŸimdi cumhurbaÅŸkanlığı görevini yürüten Frank-Walter Steinmeier idi. SPD’li dışiÅŸleri bakanıyken BND’nin Suudi Arabistan ile iliÅŸkileri krize sokacak raporuna kesin bir dille karşı çıkan Steinmeier’den, ÅŸimdiki SPD’li dışiÅŸleri bakanı Gabriel’in Riyad ile iliÅŸkileri krize sokan açıklamalarına henüz bir tepki yok.

BND’nin bazı öngörüleri isabetliydi

Her ne kadar dönemin dışiÅŸleri bakanlığı BND’nin söz konusu raporunu eleÅŸtirse de, bu raporda Almanya’nın bugünkü Suudi Arabistan politikasını anlamamıza yardım edecek birçok iÅŸaret bulmak mümkün. Öncelikle Alman istihbarat teÅŸkilatının raporunda ağır eleÅŸtirilerde bulunduÄŸu ve iktidara gelmesini tehlikeli gördüğü Muhammed bin Selman aradan geçen iki yıllık süre içerisinde Suudi Arabistan’daki gücünü artırdı ve iktidarını pekiÅŸtirdi. Alman dışiÅŸleri bakanlığı o günlerde raporla arasına mesafe koymak istemese de, Muhammed bin Selman ve ekibi Alman devlet mekanizmasının nasıl iÅŸlediÄŸini bilmeyecek kadar tecrübesiz olmadığına göre, bu rapordaki tespitlerin Alman devletinin kendisi hakkındaki kanaatlerini yansıttığını görüyor ve bu da onları Berlin ile mesafeli bir iliÅŸki kurmaya itiyor. Yani Muhammed bin Selman Riyad’da en güçlü adam olduÄŸu sürece Almanya’nın Suudi Arabistan ile ileri düzeyde bir iliÅŸki geliÅŸtirmesi çok zor görünüyor. Berlin Suudi Arabistan’da yanlış hesap yaptı ve ÅŸimdiki duruma göre kaybettiÄŸi görülüyor. BND aslında Muhammed bin Selman’ın iktidara yürüyüşü ve bölgede sert politikalar izleyeceÄŸi konusunda doÄŸru tespitler yapmıştı. Ancak bu tespitleri yapmasının ardından, öngörülen bu geliÅŸmeleri engellemek konusunda yetersiz kalması, Berlin’i Suudi Arabistan konusunda dezavantajlı konuma düşürdü.

Ä°kinci olarak, BND’nin söz konusu raporunda ABD ile Suudi Arabistan iliÅŸkileri konusundaki öngörüsünün ise doÄŸru çıkmaması, Almanya’nın Suudi Arabistan politikasını zora sokan bir baÅŸka geliÅŸme oldu. Obama’nın Amerikan baÅŸkanı olduÄŸu ve Hillary Clinton’un onun halefi olacağının beklendiÄŸi bir dönemde, Muhammed bin Selman ve “sert politika” yanlısı ekibinin Obama ya da Clinton yönetimleriyle sorun yaÅŸaması belki muhtemeldi. Ancak 2016 Kasımında ABD’de yapılan seçimleri Donald Trump’ın kazanması, BND’nin bu konudaki öngörülerini boÅŸa çıkardı. Riyad’ın ABD’den ne kadar silah alacağına ve Ä°ran’ı “yeniden sıkıştırma” siyasetine ne kadar katkı vereceÄŸine odaklanan Trump yönetimi için Muhammed bin Selman, engellenmesi deÄŸil tercih edilmesi gerekli bir ortak oldu.

Trump’ın Amerikan baÅŸkanı olmasını kendi ekonomik ve güvenlik çıkarları için büyük bir sorun olarak gören Berlin için ise Trump Amerikası ile Muhammed bin Selman’ın Arabistan’ı arasındaki yakın iÅŸbirliÄŸi, Almanya’nın OrtadoÄŸu politikasını sıkıntıya sokan bir geliÅŸme oldu. Bu iki ülkenin yanlarına BAE, Bahreyn ve Mısır’ı da alarak Almanya’yla yoÄŸun ekonomik iliÅŸkilere sahip olan Katar’ı sıkıştırmaları ve nükleer anlaÅŸma sonrasında yaptırımların kaldırılmasının ardından baÅŸta Alman firmaları olmak üzere Avrupalı ÅŸirketlerin yatırım kuyruÄŸuna girdiÄŸi Ä°ran’a yönelik politikalarını sertleÅŸtirmeleri, Berlin’i ciddi ÅŸekilde rahatsız ediyor. Bu rahatsızlık da Almanya’yı OrtadoÄŸu’daki Suudi Arabistan merkezli agresif politikalara karşı çıkmaya itiyor.

“Ticaret devleti” kalabilmek için küresel rol

Bu noktada, Almanya’nın Suudi Arabistan ile ekonomik iliÅŸkilerini de krize sokacak ÅŸekilde Riyad’ın OrtadoÄŸu politikasını açıktan eleÅŸtirmekle, onun tipik özelliÄŸi olan “ticaret devleti” olmaktan vazgeçip daha fazla siyasi müdahaleleri öne çıkaran bir küresel aktöre dönüşmeyi mi tercih ettiÄŸi sorusunu sormak yersiz olmayacaktır. Bu sorunun cevabında, Almanya’nın ticaret devleti vasfını da koruyarak artık uluslararası siyasete daha fazla müdahalede bulunan bir güç olmaya doÄŸru kuvvetli adımlar attığı tespitini yapmak doÄŸru olacaktır.

Berlin’i uluslararası siyasette daha fazla inisiyatif alma konusunda iki geliÅŸmenin motive ettiÄŸi söylenebilir: Bunlardan ilki, 2008-2009 dünya ekonomik krizinin yıkıcı etkilerinin en fazla hissedildiÄŸi Avrupa’da, Almanya’nın ayakta kalan tek güç olarak bu krizden daha da güçlenerek çıkması ve Avrupa BirliÄŸi içerisindeki dominant pozisyonunu güçlendirmesi, Berlin’de hep var olan nüfuz siyasetçilerini cesaretlendirmiÅŸ ve Almanya’nın dış politikasının ÅŸekillenmesinde daha etkili hale getirmiÅŸtir. Krize sürüklenmiÅŸ olan Yunanistan ve Ä°talya’nın kurtarılması karşılığında bu ülkelerdeki teknokrat hükümetleri “tayin etmenin” verdiÄŸi “özgüven”, Berlin’de Avrupa BirliÄŸi dışında da baÅŸka ülkelerin politikalarına müdahale etme motivasyonu oluÅŸturmuÅŸtur. Almanya’nın bu yeni müdahaleci politikasının maÄŸdurlarından birinin de Türkiye ve Türk-Alman iliÅŸkileri olduÄŸunun altını çizmekte fayda var.

Berlin’i uluslararası politikada daha aktif olmaya iten ikinci geliÅŸme ise Donald Trump’ın Amerikan baÅŸkanı seçilmesi olmuÅŸtur. Yalnızca Arapların petrol paralarına deÄŸil, Almanya’nın 295 milyar dolarlık dış ticaret fazlasına da göz dikip Alman ÅŸirketlerini tehdit eden ve Almanya’ya askeri harcamalarını artırma konusunda baskı yapan Trump, Merkel’in “Artık Avrupalılar olarak kendi başımızın çaresine bakmalıyız” demesine yol açmıştır.

Euro krizi sonrasında Avrupa BirliÄŸi içerisinde pekiÅŸen liderliÄŸi ve Trump’ın Amerikan baÅŸkanı olması ile Almanya artık Avrupa ve OrtadoÄŸu siyasetinde daha fazla inisiyatif almaya çalışan bir yola girmiÅŸ görünüyor. Ancak ABD ve Rusya’nın askeri gücüyle karşılaÅŸtırıldığında sınırlı askeri kapasiteye sahip Almanya, Fransa ve diÄŸer Avrupa BirliÄŸi ülkeleriyle iÅŸbirliÄŸi içerisinde hareket etmek zorunda olduÄŸunu görüyor. GeçtiÄŸimiz günlerde 23 AB ülkesinin imzaladığı bir mutabakat ile “Avrupa Savunma BirliÄŸi” olarak adlandırılan bir iÅŸbirliÄŸine gitme çabaları, bu zorunluluÄŸun açık göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.

Almanya’nın Suudi Arabistan konusunda daha müdahaleci olarak adlandırılabilecek bir politikaya yönelmesi, bu haliyle bir “ticaret devleti” olarak ekonomik çıkarlarını korumak için artık ABD’ye güvenemeyeceklerini ve kendi baÅŸlarının çaresine bakmaları gerektiÄŸini düşünen bir politik elitin giderek Berlin siyasetine ağırlığını koymasının sonuçlarından biridir. Bu politik elit, Almanya’nın diÄŸer bölgelerde olduÄŸu gibi OrtadoÄŸu’da da kendi nüfuz bölgesini oluÅŸturması düşüncesindedir ve Trump ile Muhammed bin Selman arasındaki sıkı ortaklık bu nüfuz bölgesini tehdit etmektedir.

Son olarak, Almanya’nın ticaret devleti tarafını temsil eden kesimlerin, Suudi Arabistan ile yaÅŸanan krizi büyütmekten kaçınacağının da altını çizmek gerekir. Ä°ki ülke arasındaki ticaret hacmi 2013 yılından beri sürekli olarak azalış gösterse de (2013 yılında 14,4 milyar dolar, 2016 yılında 8,7 milyar dolar) Almanya’dan Suudi Arabistan’a silah satışı hızını (2016’da 530 milyon Euro) kesmeden devam ediyor. Ãœlke içerisindeki bazı kesimlerin eleÅŸtirilerine raÄŸmen, 2017 üçüncü çeyrek rakamlarına göre Suudi Arabistan Almanya’dan en fazla silah satın alan ikinci ülke konumunda.

[Prof. Dr. Kemal İnat Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü müdürüdür]

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.